Yeni bir şehir, yeni bir iş, yeni arkadaşlıklar ve  hayatın her dalından daha birçok yeni ve ‘bilinmezlikler denizi’ kulağa nasıl geliyor?

Yeniliğe karşı heyecan mı duyarız yoksa korku mu ? Örneğin yeni bir şehirde yaşamak durumunda kalsak, tanıdığımız, bildiğimiz hiçbir yer ve kişi olmasa etrafımızda, bu bize ne hissettirir?

Delia Steinberg Guzman, Değişim Korkusu adlı makalesinde bu tür bir psikolojik korkunun insanın birçok yönünde de dışa vurduğunu yazar. Örneğin macera ve risk korkusu, bir şeyleri kaybetme korkusu ve hatta var olma korkusu…

Şu bir gerçek ki yenilik bilinmezlikle ve bunun yanında korkuyla birlikte yürür. İnsanlığın doğumundan beri bilinmezlik korkutucudur ve tetikte olmayı gerektirir. Örneğin karanlıktan da bu yüzden korkarız. Çünkü orda bizim göremediğimiz ve nereden çıkacağını bilemeyeceğimiz bir düşman olma ihtimali bir köşede hep vardır. Bu sebeple yeni bir şehir, yeni bir ilişki ve yeni bir okul bize kaygılı hissettirir.

Hepimiz yeni bir şey karşısında heyecan duyduğumuz ölçüde gerilir, ufak da olsa eskiyi hatırlar, üzülür ve onu özleriz. Çünkü çoğu zaman bir şeylerin başlaması başka bir şeyin bitmesi anlamına gelmektedir.

Düşünün ki yalnız hissettiğimiz bir gün, çok da hatırlamak istemediğimiz eski bir arkadaşımızın aniden gelen ‘nasılsın’ mesajı bize iyi hissettirebilir. Çünkü kalbimizin kapısını tanıdık hisler çalmıştır ve bu tanışıklık, güveni ve sıcaklığı beraberinde getirir.

Çoğumuzun etrafında değişimin getirdiği korku ve kaygıdan kaynaklı bildiği alanda kalmakta ısrar eden insanlar vardır. Belki bir zamanlar siz de böyleydiniz ya da şu an tam da böyle bir durumun içindesinizdir. Merak etmeyin ki yalnız değilsiniz, çoğu insan bunu yapmaya meyilli…

Diyelim ki kaçınılmaz bir değişimin içindesiniz, işin iyi yanı şu ki hiçbir duygu sonsuza dek sürmez. Korku da, kaygı da ve tabii sevinç de…

Mesela çok istediğimiz bir eğitimi tamamlayıp sınavını geçmiş olmak, o başarıyı elde edinceye kadar tüm dertlerimizi unutturacak, hayatı gözümüzde toz pembe yapacak gibi hissettirir ancak olay hiç de öyle değildir. Başarıyı elde ettiğimiz andan itibaren sevinç durumumuz belli bir hızla tekrar standardına oturur ve yeni planlar, yeni hedefler için çabalıyor halde buluruz kendimizi.

Dolayısıyla duygular da böyle, usulca gelir ve geçerler. Tabi buna izin verir, herhangi bir duygu üzerinde ısrar etmezsek…Hepsi başlangıçtaki denge haline geri dönmeye meyillidir.

Hayattaki değişimlerin kaçınılmazlığı üzerine Herakleitos’un o meşhur kelamını da ekleyelim: “Değişmeyen tek şey değişimin kendisidir.” Bu yolla filozofumuz değişimin evrensel ve kaçınılmaz olduğunu vurgular.

Yine bu noktada Platon da idealar dünyası ve duyular dünyası arasındaki farkı anlatmak için şöyle söyler: “Bu dünya duyular dünyasıdır, değişken ve belirsizdir; idealar dünyası ise kalıcı ve gerçek olandır.” 

Delia Steinberg Guzman yine aynı makalesinde daha çok içsel bir değişimden ve kendini aşma yolundaki değişim cesaretinden bahsederek filozof bir bireyin hayatla, kendisiyle ve kaderiyle ilgili derin sorgulamalar yapmaya alışık olduğunu ve bu yolla aklının ona sürekli yeni yollar gösterdiğini vurgular.

Evet, kontrol edemediğimiz değişimler her zaman olacak hayatımızda, bu kaçınılmaz… Fakat unutmayalım ki değişim karşısında verdiğimiz tepkilerin yönü ve ölçüsü her zaman bizim ellerimizdedir.

Bakış açımızı bize gelen zorlukları birer öğretici olarak kabul edecek şekilde değiştirir ve onu aşmak için her gün daha da güçlenmeyi seçersek o zaman kendi hayatımız ve olaylar üzerinde hüküm sahibi olmuş oluruz. Yazarımız ‘bu özel değişimler beraberinde büyük ruhsal gelişmeler ve iyilikler getirir. Öyleyse neden korkuyoruz?’ der ve ekler; ‘Korkuyoruz çünkü bu değişikleri insan tek başına yapmalı; kendisi ile karşı karşıya iken , diğerlerinin rızası, alkış ve eleştirisi anlam ifade etmezken…’ Tıpkı Herakles’in on iki denemesinin ilkinde Nemea Aslanını hiç kimsenin görmediği, kimsenin onu alkışlamadığı bir mağaranın karanlığında yenmesi gibi. Buradaki aslan aslında kahramanımızın kişiliğindeki kibrin temsilcisidir. Herakles, aslanı öldürdükten sonra postunu yüzer ve kendisi giyer. Böylece sonraki denemelerinde hiçbir silah ona işlemeyecektir; kendi kişiliğini kontrol edebilen kişi dışarıdan hiçbir saldırı karşısında etkilenmeyecektir.

Evet, neden bu korkuyu yenip tıpkı Herakles gibi sorunlarla ve bilinmeyen karanlık yönlerimizle türlü mücadelelere giriş için yolculuğumuzun sonunda kendimizi birer kahramana dönüştürmüyoruz?

‘Neden hiç olumlu olmayan korkuyu bırakmıyoruz, neden ne istediğini bilme ve bunun için mücadele etme cesaretini göstermiyoruz?

Tercih bize kalmıştır: Ya her zaman değişen ve bizi savunmasız bırakan değişimden basit şekilde korkuyu seçelim. Ya da bizi, kendinden emin olarak hayatı sürdüren ve kaderine doğru ilerleyen dengeli ve kendinden emin kadın ve erkekler haline getiren kesin değişme cesaretini…

KAYNAKÇA:

Aktiffelsefe Araştırma Grubu


Doğu ve batı felsefelerini ve kültürlerini incelediğimiz felsefe seminerlerimize katılmak isterseniz de buraya tıklayarak ücretsiz kayıt yaptırabilirsiniz. Bu arada seminer konularımızı incelemek için Felsefe Seminerleri sayfamızı ziyaret edebilirsiniz.

İlginizi Çekebilecek Diğer Yazılarımız:

gtag('config', 'AW-802439404');