İzmir’in kuzeyinde yer alan Bergama, uygarlık tarihinin en önemli yerleşim alanlarından biri olup Antik Pergamon kenti üzerine kurulmuştur.8500 yıllık tarihi ile kent, Helenistik Dönem’de ön plana çıkmış ve bu dönemde kurulan Pergamon Krallığı’na başkentlik yapmıştır. 

Helen, Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı  gibi birçok kültüre ev sahipliği yapmıştır  ve bu süre zarfında çeşitli bilimlerin doğuşuna aynı zamanda bu bilimlerin aktarılmasındaki parşömen kağıdının da doğuşuna tanıklık etmiştir.

Bergama ismi, antik Pergamon isminin biraz değişerek günümüze gelmiş hâli olup “korunaklı kale” anlamına gelir. “Kale Tepesi” olarak da bilinen yerin en üst kısmına kurulan kent, daha sonra yamaçlardan ovaya doğru genişlemiştir.

Antik Yunan kentlerinde görülen geleneksel kent yapısı Bergama kentinde de kendisini göstermiştir. Kentin merkezi gökle bağlantı kuran mabetleriyle akropolistir. Akrapol Tanrıların ve Tanrılarla insanların arasında aracı olanların evidir. Tepenin en yüksek noktasında yer alır ve kentin yönetim merkezini oluşturur. Bergama’da Athena, Dionysos, Demeter, Serapeion, Hera’ya adanan tapınaklar, kral sarayları ve Zeus Altar’ı bulunmaktadır.

Tepeden aşağı doğru inersek  halk meydanı ve kendisini çevreleyen evleriyle Agora çıkar karşımıza. Agora günümüzde anladığımız şehire denk düşer. Burası insani ilişkilerin, sosyoekonomik faaliyetlerin, aynı zamanda hammaddeleri narin ürünlere çeviren zanaatçilerin yeridir.

Akropol’de yer alan tapınaklara göre oldukça sade yapılar olan saraylar, depolar, son derece detaylı şekilde planlanmış su yolları, gymnasion, heroon, tiyatro ve yukarı agora da (pazaryeri) Bergama’da kalıntılarını görebileceğimiz yerlerdir.

Bergama’yı ziyaret ettiğimizde Zeus Altarının sanal görüntüsüyle yetinmeye çalışsak da gerçek güzelliğini görebilmek için Berlin’deki Pergamon Müzesine gitmemiz gerekiyor maalesef. Çünkü;1878 yılında başlayan Bergama kazıları sırasında çıkarılan Zeus Sunağı, 1800’lü yılların sonunda Almanya’ya götürülmüş olup bugün ana vatanından binlerce kilometre uzaktadır.

Bugün Almanlar bizden eserlerimizi çaldılar diye bağırıp dursak da bu olay o dönemin gazetelerine açık biçimde yansıtılmış ve herkesin gözleri önünde gerçekleştirilmiştir aslında.  Hatta Bergama kazı çalışmalarında yetkilendirme kararları ve resmi izinleri devletin resmi yazışmalarından izlemek mümkündür.

             Tarihi eserlerin önemine olan cahilliğimizden mi, bilip de önemsemeyişimizden mi bilinmez, yaptığımız ihmalkarlıklardan ders çıkartmak yerine; eserlerimiz sayesinde şu kadar turist çekip şu kadar para kazanıyorlar diye çırpınıyor oluşumuz traji komiktir.

Zeus’a adanan yapıt, 2. Eumenes zamanında(MÖ 197-159) , Galatlara karşı kazanılan zaferin anısına yapılmıştır. Yapının dış yüzü Olimpos tanrılarının yeraltı güçlerine ve Gigantlar’a karşı zaferini içeren, Helenistik Dönem anıt mimarisinin ve heykeltıraşçılığının en güzel örneklerinden  olan yüksek kabartma levhalarla süslüdür. İç cephesinde ise Pergamon Krallığı’nın kurucusu olan Telephos’un hayatı işlenmiştir.

Dünya üzerinde 4 antik tiyatroya sahip tek antik kent olan Bergama, Efes’le birlikte İzmir ve çevresindeki en önemli ören yerlerindendir. 22 Haziran 2014 tarihinde, “Çok Katmanlı Kültürel Peyzaj Alanı” olarak, UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne giren dünyanın 999’uncu, Türkiye’nin ise 13’üncü mirası olarak kabul edilmiştir.

ASKLEPIONLAR

Bergama; müzik, tiyatro, spor, su, çamur ,güneş banyosu, gibi doğal tedavi yollarının ilk kez kullanıldığı, tıp ve eczacılık simgesi olan yılanın bulunduğu, ilk büyük hastane olan Asklepion’un kurulduğu, ilk psikoterapinin yapıldığı, ilk afyon modeli ilaçların hazırlandığı bir sağlık kentidir. Antik Çağ’daki asklepionlar günümüzdeki üniversite hastanelerine benzetilebilir aslında  hem bir tıp okulu hem de bir hastane gibi çalışmışlardır. Tıbbın dönüm noktaları olan  Hipokrat ve Galen gibi isimler Asklepionlardan bize miras kalmıştır.

Kullanılan yöntemlerde o kadar ileri gidilmiştir ki radyoaktif özellikleri daha bugünlerde keşfedilen şifalı suları o zamanlarda bu kentin hekimleri kullanmıştır. Aynı zamanda müzikle tedavi, spa, çamur banyosu, meditasyon, telkin, aromaterapi gibi bugün insanların tekrar şifa aramaya başladığı yöntemleri Antik Çağ’da kullanmışlardır. Ve bir süre sonra sağlık alanındaki bu üst düzey başarılar kentin, “ölümün girmediği yer”, “vasiyetnamelerin açılmadığı şehir” olarak anılmasını sağlamıştır.

M.S. II. yüzyıla dek Antik Helenistik dünyanın en gözde tedavi merkezleri olan Asklepieionların en önemlilerinden birisi de bugün İzmir’in Bergama ilçesi sınırları içerisinde yer alan Bergama (Pergamon) Asklepieionu’dur. Günümüze kadar ulaşmış Asklepieionların içinde arkeolojik olarak en iyi durumda olan Bergama Asklepieionu, 1934’de Alman arkeolog Wiegand’ın başkanlığında başlayan kazılar sonucu ortaya çıkarılmıştır.

 “Doktor tanrı” ve “doktorluk tanrısı” olan Asklepios’un adına kurulan sağlık tapınakları olan “asklepionlar” Antik Batı Anadolu tıbbının en önemli yapılarıdır. Anadolu’nun batısında, Ege adalarında ve Yunanistan’da 200′den çok asklepion bulunduğu tahmin ediliyor. Normalde bir hastanede olmasını beklediğimiz bölümler dışında tiyatro, kütüphane, spor alanları gibi bölümler olan Asklepion’da yapılan tedavilerde beklenen ve bilinenin dışındaydı. Döneminin sağlık merkezi olarak çalışan Asklepion’da birbirinden çok farklı ve geçerli tedavi yöntemleri kullanılmaktaydı.

Antik dönemlerde yaşasaydınız , hastalandığımızda Asklepiona giderdiniz. Sizden hastalığınıza ve maddi durumunuza göre para alınırdı. Yalnız Bergama köylüsü iseniz size parasız bakılırdı. Bunun içinde özel bir vergi alınırdı.

Tedaviye başlamadan önce bir törenle tapınağa alınırdınız. Asklepion’a giren hastalar için ilk yapılan şey temizlikti. Tanrının huzuruna temiz olarak çıkmak inancın temeliydi.  Virankapı’dan başlayan, iki bin yıl sonra bile kullanılabilir durumda olan birbirine düzenli yanaştırılmış kesme taşlarla döşeli kemerli kutsal yolda yaklaşık 950 metre yürürdünüz.

 Kutsal yolun her iki  tarafındaki sıralı  dükkânlarda ziyaretçilerin ve tapınak görevlilerinin ihtiyaçlarına yönelik çeşitli eşyalar ve belki de hazır votivler, pişmiş topraktan ve metal teşekkür plaketleri satılırdı. Bu kemerli yol, tapınak girişine 150 metre kala, yanlardan gelen yollarla birlikte taş döşeli geniş bir meydana açılırdı. Bu geniş meydandan yan yana çıkan ve birkaç basamaktan oluşan üç ayrı merdiven, Aristides’in “küçük liman – dış liman” adını verdiği daha küçük bir meydana inerdi. Bu yol sizi tanıpağın girişine kadar götürürdü.

Tapınaktaki rahipler tarafından ışıklar söndürülür, tanrılar yüzlerini örten örtüler kaldırılarak ziyaretçilerin adakları ile beslenir  sonra kapılar açılarak, bekleyen kalabalık ziyaretçiler içeri alınırdı. Akşam olunca da aynı şekilde kapılar kapatılır, ışıklar yakılır ve tanrıların örtüleri kapatılırak uykuya geçmeleri sağlanırdı. Öncelikle moral ve fiziksel saflığınızdan emin olmak veya bunları sağlamak amacıyla bir dizi ön hazırlıktan geçirilirdiniz. İçeri girdikten sonra kutsal kuyuya götürülür, kükürt ve defne kullanılarak yapılan törensel banyoda bir çeşit ruhsal ve fiziksel arınma sağlanırdı. Bu arınmanın ardından size, dinsel törenin bir parçası olmasını sağlayan özel beyaz kıyafetler giydirilir, yüzük veya kemer gibi aksesuarlarınızı çıkarmanız istenirdi. Sabahın erken saatinde tapınağın kutsal alanına getirilip, sabah yükselen güneşi karşılamanız sağlanırdı. Önce tanrıya dua eder, sonrasında bir hediye verir ve son olarak da dileğinizi söylerdiniz. Adak Antik Yunan kültlerinin merkezindeki en önemli törensel işlemi idi. Bir hayvanın boğazlanması şeklinde olan adağınızı sunduktan sonra törensel bir yemek yerdiniz. Arınmış ziyaretçiler, başlangıç olarak tapınağın içindeki tanrının heykelinin veya resminin önünde bulunan masaya bal, peynirli kek, ekmek somunu, pişmiş et veya meyve bırakarak tanrıya hediyeler sunardınız. Kurban edilen hayvanları arasında öküz, boğa, domuz, koç ve horoz arasından seçebilirdiniz.Keçiyi ise Asklepios’u çocukken terk edildiği ormanda bulan ve onu büyüten hayvan olarak kabul edildiği için adak olarak sunamazdınız.Tanrının heykelinin karşısında, beyaz elbiseler içinde diz çökerek dua ettikten sonra adağınızı bildirmiş, dileğinizi veya teşekkürünüzü belirtip ilahi söylerdiniz hatta  belki bu ilahilere görevli koro eşlik ederdi.  aynı zamanda girişten itibaren hasta odalarına kadar giden yolda sürdürülen bu seramoniye müzik, ışık ve ses oyunları, su sesleri eşlik ederdi. O dönemde mevcut çalgılar kullanılarak bir tür dinsel ve ilahi bir müzik duyurulurdu.

Tedavinin ana unsuru olan telkinde bulunmayı güçlendiren en önemli bileşen müzikti. Bu müziğin temel özelliği insan ruhunu derinden etkileyecek ezgiler içermesiydi. Daha sonra iyileşen hastalar için yapılan şölenlerde çalınan müziklerden farklı bir tınıya sahipti.

Bu arada daha önce Asklepieiona gelerek tedavi görmüş kişilerin bıraktıkları şükran yazıtlarını ve votivlerini incelemiş, bu sayede burada göreceğiniz tedavinin sizi iyileştireceğine dair inancınız güçlenmiştir. Hatta belki gece uyku odalarına gitmeye ihtiyacınız kalmamış, gün içindeki törenlerin güçlü etkisi şikâyetlerinizin geçtiğine inanmanızı sağlamıştır.

Ancak çoğu hastanın yaptığı  gibi gün batımında başlayacak olan rüyaya yatma işlemini beklemiş de olabilirsiniz. Abaton adı verilen inkübasyon odalarının birinde  rahipler size bir ot şilte veya klinai adı verilen ve üzeri hayvan postuyla örtülmüş bir taştan bir divan verirler. Yaptığı yolculuktan, arınma ve yakarma törenlerinden bitkin düşmüş ve başı dönmüş şekilde yatmaya gelirdiniz, etrafınızda rahiplerin gezdiği ve yılanların dolaştığı ve böylece kendinizi sürekli rüya görebileceğiniz uyku seviyesi olan REM’de (rapid eye movements) tutacak olan bu mistik ortamın da etkisi ile kısa süre içinde uykuya dalardınız.

Bu aşamada Antik Yunan kültüründe bilicilerin çok önemli bir sosyal konuma sahip olduğu bir kez daha fark edersiniz. Size göre rüyaların gelecekten haber verme yeteneği var ve bunun nedeni insanın iki katmandan meydana gelmesi; görünen vücut ve görünmeyen ruh. Ölüm ve uyku bu ikisini birbirinden ayırıyor. Ölümden sonra ruh geri gelmemekte ama uykudan uyandığında ruh yokluğunda neler olduğunu hatırlayabilmektedir. Hippokrates’ten Galenos’a kadar birçok hekim de dâhil olmak üzere,kutsal bir alanda yatılan uykuda yeraltı tanrılarının ve güçlerinin etkisiyle geleceğe dair işaretler alınabileceği kanaati Helenistik dünyada tartışılmaz şekilde kabul görmüştür. Şanslıysanız Hippokrat ya da Galenus sizin hekimlerinizden biridir.Böyle bir yerde uyurken gördüğünüz  rüyaların hastalığınızın gidişatını tahmin etmeye yarayan gerçek bir  prognostik değere, tanıyı koydurma ve tedaviyi doğru bir şekilde yönlendirmeye yardımcı olacaktır. Ancak burada önemli olan sıradan rüyalar  değil, Asklepieionlar’da olduğu gibi Tanrı tarafından gönderilen rüyalardır..                                                                                                                                             

Genellikle beyaz harmanisi, elinde asası ve yanında kutsal hayvanları köpek ve ya yılan olan

Asklepios’un yatakların arasında, koridorlarda dolaştığını ve sizinle konuştuğunu görmüş olabilirsiniz. Rüyanızda mesajlar bilmece gibi konuşmalar veya sözcük oyunları ile verildiğinden deşifre edilmelerine ihtiyaç duyarsınız. Orada bu görev için bulunan rahiplerden biri sizin rüyanızı yorumlar. Hatta tedavinize  başka öğeler de ekleyebilir.

Tedaviniz tamamlandıysa varlık durumunuza göre Asklepion’dan ayrılmadan önce teşekkür yazıtları, votivler, çeşitli eşyalar(takılar, kumaşlar, tıbbi amaçlı malzemeler,kıyafetler) veya para bırakabilirsiniz. Genellikle tedavinin başarısını öven ve minnettarlık bildiren bu teşekkür yazıtlarını  mermer, bronz veya pişmiş toprak üzerine işlersiniz.  Votivler hastalığınızın çeşidine göre bronzdan yapılmış bacak, kafa, meme, uterus, kulak ve göz gibi bedenin bir parçasını betimleyen objeler şeklinde olabildiği gibi, pişmiş toprak veya mermer üzerine işlenmiş rölyefler şeklinde de olabilir.

Teşekkür için bırakmış olduğunuz adaklar yüzyıllar sonra bile Asklepieion’lardaki tedavi yöntemleri ve yaşayış şekliniz hakkında  torunlarınızın torunlarına kıymetli bilgiler vereceklerdir.                                                                                                     

Tedavi için gelmiş olduğunuz Asklepion sizi fiziksel bedeniniz, psikolojiniz, zihinsel yapınızla bir bütün olarak ele alıyordu. Bu nedenle sadece bir hastahane değildi. Kompleks bir yapıydı. Rüya dışında da sizi tedavi olabilmek için çeşitli etkinliklere katılmanız gerekirdi.

Asklepieion’un kuzey sınırlarını belirleyen kuzey duvarı boyunca uzanan , ziyaretçilerin ve konaklayanların gündelik yaşamlarında güneşten, yağmurdan korunmalarını sağlayan tıpkı girişteki küçük meydanda olduğu gibi, zeminde döşemenin bulunmaması dikkat çeken portikolar(sundurma)da çıplak ayakla dolaşarak yürüyüşler yapıp sosyal ortamlara girmeniz beklenirdi. Kuzey portikonun batı ucunda, sundurmanın dayandığı duvarın arkasında, tepenin yamacına yapılmış olan “kutsal tiyatro” Asklepieion’un en önemli sosyal aktivasyon alanlarından birisi olmuştur.Adı yıllar sonra unutulacak bir hayırsever tarafından yaptırılan ve bu bağışla Asklepios-Athena-Hygieia üçlüsüne adanan tiyatro Yaklaşık 3.500 kişi alan ve oturma alanları (kavea) mermer olan tiyatro, tek yürüme düzlemli (diazoma) ve birbirlerinden merdivenlerle (kerkides) ayrılan beş bölüm halinde inşa edilmişti. Ortada yer alan üçüncü bölümün dönemin ileri gelenleri için inşa edilmişti.Sizden 2000 yıl sonra bile dünyanın en dik tiyatrosu olarak bilinen bu tiyatro sizin gibi hastaların tedavisinde önemli bir rol oynayarak, moral ve motivasyon desteği sağlaması amaçlanmıştı.

Tabi bir de sahip olduğu 200.000 yazma eserle döneminizin  en büyük ikinci kütüphanesi olan Pergamon Kütüphanesi var.  Bergamalı zengin ve dindar bir kadın olan F. Melitine tarafından bağışlanan kütüphanenin tabanını döşeyen renkli mermer döşeme görenleri kendine hayran bırakırdı. Kütüphane binasının doğu tarafında bulunan duvarındaki nişte, bilimin koruyucusu İmparator Hadrianus’un heykeli bugün Bergama Müzesi’ndedir.

Diğer duvarlardaki nişlerde ise rulo şeklinde parşömenler bulunurdu. burası da tıpkı tiyatro gibi sağlıklı ziyaretçilerden çok, hastaların rehabilite edilmesi amacıyla kullanılmıştı. Pergamon Asklepion’u kütüphanesinde  tiyatro, güzel sanatlar ve müzik konulu kitaplar bulunurdu. Konuklar hiç tıp kitabı bulunmayan bu kütüphanede okuma terapileri görürlerdi. Pergamon Kütüphanesi, kent Roma egemenliğine geçtiğinde Antonius tarafından Mısır Kraliçesi Kleopatra’ya armağan edilmiştir.

Helenik düşüncenin tüm Akdeniz’deki hâkim olması meyveleri kısa sürede vermiştir. Bu düşünce tarzı İskenderiye’de antik dünyanın en büyük kütüphanesinin oluşturulmasına büyük katkı sağlamıştır. Başlangıçta iskenderiye Kütüphanesi ile karşılaştırılabilecek düzeyde olan bu kütüphanede bütün eserler papirüslere yazılmakta ve rulolar halinde saklanmaktaydı. Ancak okullar arası çekişme ve İskenderiye’nin I. Ptolemaios’un hükümdarlığı sırasında Bergama’ya papirüs ambargosu uygulaması, buna karşılık olarak da Bergama’nın papirüsü boykot etmesiyle eserlerin başka materyaller üzerine yazılması zorunluluğunu getirdi. Bu süreç Bergama (Pergamum) şehrinden ismini alan ve tüyleri alınmış yumuşak hayvan derisinden elde edilen “papier Pergamana” yani “parşömen”in icadı ile sonuçlanmıştır. Parşömenin rulo yapılmaksızın üst üste istiflenebilmesi ve başlangıçta kurdeleler ile birbirine bağlanabilmesi bir anlamda çağdaş kitap formatının yani “kodeks”in de öncüsü olmuştur. Ancak her iki kütüphane de aynı sona uğramış ve büyük yangınlarla yok olmuşlardır.

Bergama Asklepion’unda hastanın ruhsal durumu, bedensel durumunun önüne geçmiş ve bu nedenle tedavide müzikten, şifalı sulara uzanan bir yelpazede ama özünde size kendinizi iyi hissettirmeye dayalı bir yaklaşım uygulanmıştır. SPA: salus per aqua (sudan gelen sağlık), klimaterapi (iklim tedavisi), aquaterapi(su tedavisi), diyet tedavisi, aromaterapi (bitkilerle ve kokularla tedavi), hipnoterapi (uyku terapisi), psikoterapi, müzikoterapi ve istirahat gibi yöntemlerle de bir reçeteye sahip olabilirdiniz.

Asklepios psişik sıkıntıları olan hastalarını müzik çalarak tedavi ediyordu. Ele geçen buluntulardan, bir sürü histeri vakasının flüt ile iyileştiği anlaşılmaktadır. Asklepion hekim-rahipleri müziği bu hastalık dışında ve farklı çalgılar kullanarak da denemişlerdir. Örneğin akıl hastalarını at kemiklerinden veya içi boşaltılmış helabora (bir çeşit bitki) sapından yapılmış aletlerle çalarak tedavi ediyorlardı. Özellikle Frig modlarını kullanıyorlardı.

Aslında tedavinizin  daha Asklepieion’a kabul edilirken başladığını söyleyebiliriz. Çünkü kültün geleneğine bağlı olarak Asklepieiona başvuranlar gibi siz de girişte bir ön muayeneden geçirilmiştiniz, sizin tedavi edilebilir olduğunuza kanaat getirildiği için içeri alındınız Ancak ölmek üzere olan ağır hastalar ve hamile kadınlar içeri alınmamıştı. Bu nedenle Asklepieion’a kabul edilen rahiplerce ölme ihtimalinin düşük olarak değerlendirildiğini zaten biliyordunuz ve tapınakta iyileşeceğinize dair inancınızın korunması söz konusu olmuştu. Böylece daha içeri alınırken moraliniz yüksek tutulmuş ve iyileşmeniz  için verilecek her türlü tedaviyi kabul etmeye hazır olmanız sağlanmıştı. Buna ek olarak içeri girdikten sonra şifa bulan hastalarla Asklepion’dan çıkarken  kutsal koridorda karşılaşmaları özellikle sağlanırdı. Bu yeni gelen hasta olarak sizin  iyileşme umudunuzu ve moralinizi yükseltmek için özellikle yapılan bir yöntemdi.

Size önerilen tedaviler arasında kutsal sular, şifalı otlar, merhemler, lapalar gibi yöntemler vardı. Belki de  dönemin Hipokratik tıp anlayışına uygun olarak, vücut sıvılarının dengelenmesi amacıyla çeşitli diyetler, kusturma, kan alma gibi tedavi yöntemlerinin yanı sıra küçük cerrahi müdahaleler ve ilaç uygulamaları da yapılacak olabilir. Bunlarla birlikte fizik tedavi amaçlı güneş, kaplıca veya çamur banyoları gözde tedavi yöntemlerini deneyimleyebilirsiniz. Deniz kıyısında yaşıyorsanız eğer özellikle deniz banyosu reçete edilebilirdi size. Sindirim sistemi bozukluğu şikayeti ile gittiyseniz; ekmek- peynir- maydanoz-marul ve ballı sütten oluşan bir beslenme verilmiştir. Çıplak ayakla dolaşmanız, her gün koşmanız, çamur banyosu yapmanız ve sıcak bir banyo almadan önce tüm bedeninizi şarap ile ovmanız da öğütlenmiştir.

Bergamadaki Asklepionda iseniz Antik dönemde, Anadolu’da yapıldığı bilinen ilk tıbbi girişim olan beyin delme ameliyatlarına (trepenasyon) da şahit olmuşsunuzdur. Günümüzden  On bin yıl öncesinden kalan insan kafataslarında bilinen en eski cerrahi girişimlerin izleri bulundu. Üstelik izler, ameliyattan sonra kişinin bir süre daha yaşadığını da gösteriyor. Bu tarihi ameliyatı kaçırmadıysanız ne mutlu size.

Eğer M.Ö. 370 yaşasaydın tedavine teşekkür için Bergama Aklepion’una bir yazıt bırakamayacaktın. Çünkü o dönemde Bergama’da henüz bir Asklepion bulunmuyordu. Pausanias, Bergama Asklepieionu’nun Bergama’nın seçkin kişilerinden Aristaikhmos’un oğlunun geçirdiği kaza sonrası kurulduğunu bildiriyor. Söylenceye göre Aristaikhmos’un oğlu Arkhias Pindasos (Madra) dağında avlanırken ayak bileğini  burkar (veya kırar) ve Bergama’da kendini tedavi edecek birini bulamayınca Yunanistan’a giderek Epidauros Asklepieionu’nda tedavi görür. Tedavisinden son derece memnun kalan Arkhias, dönüşte kendi memleketi Bergama’da da böyle bir tedavi merkezi kurmak istemiş, böylece M.Ö. 370 civarında, Epidauros ve Kos’tan getirttiği asklepiadlarla Bergama Asklepieionu’nun kurulmasını sağlamıştır.

Asklepieion, şehrin batı kenarında, Akropol’den çok da uzak olmayan bir vadide, şifalı kaynak sularının yanı başında, hastaların ihtiyacı olan inziva ve meditasyon için uygun bir bölgeye yapılmıştır. Pausanias burada hastaların tedavi edici suyun sesini duyabilme imkânına kavuştuklarından da bahsetmektedir. Böylece hastaların rüyalarında tedavileri için gerekli önerileri ve yardımı alacakları, Asklepieion’da görevli rahipler de uymaları gereken diyet ve diğer tedavi yöntemlerini açıklayacakları bir ortam oluşmuştur.

Asklepieionun parlak dönemlerinin sonu, 253-256 yılları arasında Bergama’yı yerle bir ettiği düşünülen bir depremle gelmiştir. O dönemde Hıristiyanlığın giderek güçlenerek, pagan inançlarına karşı çok sert mücadele vermesinin Bergama Asklepieionu’nun sonunu tamamen getirdiği söylenebilir. Bergama’nın Osmanlı topraklarına katıldığı XIV. yüzyılda ise Asklepieion sellerin getirdiği toprakların altında kalmıştır.

Asklepios Kültü

Antik Yunan tarihinde ilk kez Homeros’un İlyada’sında boy gösteren Asklepios’un, sağlık Tanrısı unvanına eriştiği ve oğulları ve ardılları olan asklepiadlar ile geliştirdiği tapınak tıbbının uygulandığı Asklepios kültü antik dönemin en gözde merkezlerinden olan Asklepionlar’ı oluşturmuştur. Asklepios, ışık, müzik, kehanet gibi pek çok alanın Tanrısı olmanın yanı sıra sağlık ve salgın tanrısı da olan Apollon’un oğlu olarak Yunan mitolojisine girmiş, başlangıçta başarılı bir hekim iken, zamanla ölüleri diriltecek seviyeye gelmiş ve hekimlikte babasının şöhretini geride bırakarak önemli bir mitolojik ve medikososyal figür durumuna yükselmiştir. Asklepios’un zaman içerisinde sağlık tanrısı haline gelmesiyle tanrıların aksesuarı olan asasına sarılmış yılan da onun iyileştirici gücünün bir simgesi olmuştur. 

Tanrı Asklepios adına kurulmuş olan ve sayısı yüzlerle ifade edilen Asklepieionlar Yunanca konuşulan toprakların tümüne hatta Roma’ya kadar yayılmışlardır. Geleneksel olarak “inkübasyon” yani rüya yoluyla telkin tedavisi uygulayan ve M.Ö. V. yüzyıldan, M.S. II. yüzyıla dek Antik Helenistik dünyanın en gözde tedavi merkezleri olan Asklepieionların en önemlilerinden birisi de bugün İzmir’in Bergama ilçesi sınırları içerisinde yer alan Bergama (Pergamon) Asklepieionu’dur.

Kaynakça:

*Tamer Akça,’’Bergama Asklepion’unun Tıbbi Bakış Açısı İle Değerlendirilmesi’’ ,http://libratez.cu.edu.tr/tezler/8896.pdf (2013),(erişim 26.11.2019)

*https://www.visitizmir.org/tr/sayfa/nereye-gitmeli/bergama

*visitizmir.org/tr/ilce/bergama/nasil-gelmeli/pergamon-antik-kenti

*https://basin.ktb.gov.tr/TR-100426/bergama.html

*https://ataturkilkeleri.deu.edu.tr/wp-content/uploads/2017/08/Bayram-Bayraktar.pdf

*https://www.neredekal.com/blog/anadoludan-koparilip-yurt-disina-kacirilan-tarihi-eserlerimiz

gtag('config', 'AW-802439404');