Asıl adı Ebü’l-Fütûh Şihâbüddîn Yahyâ b. Habeş b. Emîrek es-Sühreverdî el-Maktûl olan Sühreverdi , 1155 yılında İran’ın kuzeybatısında yer alan, şimdiki Zencân şehri yakınlarındaki Sühreverd kasabasında doğdu. Sühreverdi adını taşıyan başka bir filozof olan ve Ebu’n Necip Sühreverdi ile isim olarak benzerlikten dolayı çokca karıştırılır. O yüzden kendisine öldükten sonra El Maktül lakabı verilir.  İsfahan’daki tahsili esnasında İbn Sînâ geleneğini tamamıyla özümsediği anlaşılan Sühreverdî  daha sonra Anadolu’ya geçer ve Anadolu’nun çeşitli yerlerinde devlet adamlarına danışmanlık yapar bunlardan en önemlisi hatta ölümüne neden olacak kişilerden biri olan Salahattin Eyyübi’nin oğlu Melik  Zahir’dir. Melik Zahirle olan ilişkileri oldukça iyi olmasına rağmen ulemanın nefretini üstüne çeken Sühreverdi bazı söyledikleri yüzünden ulema tarafından ilk önce Melik Zahir’e Melik Zahir kabul etmeyince de Selahattin Eyyübi’ye katli için mektup göndermiştir. Sühreverdi’nin  er-Raḳīmü’l-ḳudsî ve el-Elvâḥu’l-ʿİmâdiyye gibi eserlerinin yanı sıra “kendi görüşüne dayanarak yazdığı” bir Kur’an tefsiri mevcuttu. Bu sorgulamanın sonucunda ulemâ, onun için bilgisinin değilse de aklının eksik olduğunu gösteren gerekçeler ortaya koymuştu. Bu gerekçelerden en dikkat çekici olanı Sühreverdî’nin kendi ruhu için “melekût ile desteklenmiş” sıfatını lâyık görme cüretini göstermesiydi. Bu suçlamada ima edilen şey belli ki Sühreverdî’nin bir şekilde peygamberlik iddiasında bulunduğudur.

Sühreverdi’nin Hikmet-ül İşrak adlı eserine serhler düşen öğrencisi Şehrezûrî, ulemânın önce el-Melikü’z-Zâhir’e Sühreverdî’nin öldürülmesi gerektiği yönünde başvurduğunu, el-Melikü’z-Zâhir’in buna yanaşmadığını, arkasından filozofun dini ifsat ettiği gerekçesiyle öldürülmesi için Sultan Selâhaddin’e mektupla başvurduklarını yazmaktadır.

Filozof hakkında müstakil bir çalışma yayımlamış olan Razavî, Sühreverdî’nin fikrî şahsiyetiyle bir tehdit algısına yol açmasına üç farklı açıklama getirilebileceği kanısındadır. Bunlardan ilki filozofun İslâm öncesi Fars kültürünün yüceltilmesi anlamına gelen Şuûbiyye hareketi içinde değerlendirilmesidir. İkincisi Ziyâî’nin yorumunda dile getirilen, Sühreverdî’ye nisbet edilebilecek bir filozof-kral iddiasının el-Melikü’z-Zâhir’in sarayındaki Sünnî ilim çevrelerini harekete geçirmiş olma ihtimalidir. Sonuncusuna gelince -bu ihtimal Razavî’ye göre en akla yatkın olanıdır- eğer Şehrezûrî’nin aktardığı gibi bazı öğrencilerinin Sühreverdî’ye Allah’ın resulü diye hitap ettikleri bilgisi doğru ise bu tür yakıştırmalar filozofun idamına giden yolu hazırlamış olmalıdır. Çeşitli kaynaklarda farklılık gösterse de Sühreverdi 38 yaşında ölmüştür.

Kaynakların aktardığına göre el-Melikü’z-Zâhir bir süre sonra yaptığından pişman olmuş, filozofun ölümüne fetva verenlerden onları tutuklatmak ve mallarını müsadere etmek suretiyle intikam almıştır. Sonuç olarak Sühreverdî’nin katlinin felsefi ve dini görüşleri yüzünden olduğunu söyleyebiliriz. Hayat hikâyesinin talihsiz biçimde sona ermesi sebebiyle kendisinden bahseden klasik metinlerde sık sık “el-Maktûl” lakabıyla anılan Sühreverdî, bir külliyat halindeki eserleri ve bu eserlerde sistemli bir şekilde ve sembolik bir dille ifade ettiği mistik fikirlerinden dolayı İslâm düşünce  tarihinde belirgin bir yer edinmiştir.

Sühreverdi’nin felsefi hayatının başı bir Meşşai olmasına rağmen daha sonra Meşşai gelenekten ayrılarak İşrak felsefesini kurmasının sebebi de Meşşai bilgi nazariyesini yetersiz bulmasıdır. Eser bir mukaddime ve iki bölümden oluşmaktadır. Mukaddimede İşrak felsefesinin tarihsel kökeninden ve Meşşai felsefesinden ayrıldığı yönlerden bahseder.

Hikmetü-l İşrak (İşrak Felsefesi)

Henry Corbin ve Hüseyin Nasr’a göre Sühreverdi’nin Kitapları beş grupta incelenebilir:

1) İşrak Felsefesi üzerine,

2) İşrak felsefesini özetlediği daha kısa yazıları,

3) Farsça sembolik eserler ( Bu eserlerinde Allah’a yakınlaşmak için yapılan ruhani yolculuklar Zerdüşti, Hermesi ve İslami sembollerle anlatılır.)

4) Tasavvufi Risaleler  (İbni Sina ve Farabi’nin eserlerine düştüğü şerhler)

5) Dua, evrad ve ezkarlar

Şark kökünden türetilen işrâk kelimesi sözlükte “güneşin doğuşu sırasındaki ışıma, aydınlanma, parlama, tan ağarışı” gibi anlamlara gelir.

Filozof, Ḥikmetü’l-işrâḳ da dahil olmak üzere başlıca eserlerini hayatının son on yılı içinde yazmıştır.

Kitabında;

1) Filozof birinci bölümde Meşşai felsefenin cevher-araz teorilerini eleştirmektedir.

2) İkinci bölümde ise epistemoloji, fizik, metafizik alanındaki kendi görüşlerini açıklamaktadır. Bu açıklamalarında Zerdüşti, Platoncu, Yeniplatoncu ve tasavvufi-irfani unsurlar göze çarpmaktadır.

Müellif bu bilginin bir kavme veya bir çağa hasredilemeyeceğini savunur ve Grek kültür havzasında Eflâtun’un ve ondan geriye doğru Empedokles, Pisagor ve “hikmetin babası” Hermes’in öğretileriyle kadim İran kültür havzasında Câmasb, Ferşâvüşter (Avesta’daki Frashaoshtra), Büzürgmihr gibi eski Fars bilgelerinin öğretilerini aynı geleneğe dahil eder. Böyle bir hikmet geleneği anlayışı, ona mensup sayılan filozoflar arasındaki görüş ayrılıklarının temelli olmadığı fikrini telkin eder.

İşrâkī bilgesinin temel özelliği müteellih (mistik bir vizyona sahip kimse) oluşudur. Bununla birlikte söz konusu mânevî tecrübenin analitik bir felsefî çaba ile temellendirilmesi, Sühreverdî’nin tabiriyle “bahs”e konu edilmesi de gereklidir. Bu sebeple teellüh (mistik vizyona ulaşma yöntemi)  ve bahs yöntemlerini kendinde birleştirebilenler ideal bilge sayılmaktadır.

Bu kitap “teellüh ve bahs yolunun talebesi” için yazılmıştır. Teellüh yoluna ilgi duymayan kimselerin bu eserden sağlayacağı bir yarar yoktur. Aristo mantığının formel yapısına sadık kalınarak bir özet verilmektedir. Nitekim Sühreverdî giriş kısmını bitirirken “fikrin koruyucu aleti” olarak tanımladığı mantık hakkında vereceği özetin İşrâkī hikmetin talebesi için kâfi geleceğini belirtmiştir.

İşrak Felsefesini anlamak için bilmemiz gereken bazı terimler:

Nüru’l Enval: Sühreverdi’nin, tüm bir varlığı nur, karanlığı ise yokluk olarak gördüğü, varlık hiyerarşisi ve mertebesini nurla açıkladığı, varlıkların varoluş şansı ve epistemolojik değerinin nurdan alınan nasibe göre belirlendiği, tüm nurların ve dolayısıyla varlıkların kaynağı ve merkezinin nurların nuru olan Nuru’l Envar olduğu sonucuna varılmıştır.

Cevher: Farsça gevher kelimesinden Arapçalaşmıştır.  Aristo felsefesinin temel kavramlarından olan ousia ‘ a karşılık gelir. Kendi başına bulunan, değişmeyen, daima bir yüklemin konusu olup kendisi yüklem olmayan öz varlık anlamında mantık, felsefe ve kelâm terimi.

Araz: Cevher ve cismin gelip geçici niteliği anlamına gelen, cevher ve zâtın zıddı olarak kullanılan felsefe, mantık ve kelâm terimi.

Kaynaklar:

-Sühreverdi Hikmetü’l İşrak

-İslam Ansiklopedisi

gtag('config', 'AW-802439404');