Bugün sizlerle Atina Okulu tablosu üzerine konuşmaya devam edeceğiz, bir önceki konuşmada da yaptığımız gibi resimdeki karakterlerden, onların düşüncelerinden ve ayrıca resmin yapıldığı dönemden bahsedeceğiz. Bu resim rönesans döneminde yapıldığına göre rönesans üzerine konuşarak başlayalım. Farklı çevreler tarafından başlangıcı ve bitiş tarihleri konusunda tam bir netlik olmamakla birlikte 13. yy ortalarında başladığını ve 16. yy’ın sonlarında bittiğini söyleyebiliriz. Rönesansın bitmesi demek yeniden orta çağa dönüş demek değildi ama gelişimdeki ivmenin azalmasıydı. Petrarca Afrika isimli kitabında Antik çağı aydınlık, batı medeniyetini ise karanlık olarak görüyordu. Gene Afrika kitabında şöyle söyler: “İleride daha iyi zamanlar sizleri bekliyor olabilir. Bugünkü kayıtsızlığımız ve bu uyuklama sonsuza dek sürmeyecektir. Bulutlar dağılacak ve bizim ardımızdan gelenler antik zamanların saf ışığına dönecekler”

Konstantinapolis’ten (İstanbul)  göç etmiş olan Plethon Floransa’nın o dönemdeki yöneticisi olan Cosimo di Medici’ye Platonik Akademi kurma konusunda tavsiyede bulundu, böylece Atina’da bulunan ve 529 yılında Justinyen tarafından kapatılmış olan Platon’un Akademisi Mediciler tarafından 1462’de Floransa’da yeniden kurulmuş oldu. Floransa’daki akademi çevresinde dönemin aydınları toplandı, bunlardan birkaçını saymak gerekirse: Marcilio Ficino (1433 – 1499) Platon’un etkisinde kalmış bir doktor, filozof ve yazardı. Plotinus’un enneadlarını, Porphyrius ve Iamblicus’un eserlerini çevirdi. Daha sonra da Corpus Hermeticum’u çevirdi.

Pico della Mirandola da akademide bulunmuş ve özellikle Kabala üzerine çalıştır.İnsanın öz saygısı üzerine söylev kitabını yazmıştır. Bu kitap rönesansın manifestosu sayılır.   

Rönesansın ortaya çıkması tek bir faktöre bağlanamaz ama çeşitli faktörler bir araya geldikten sonra belki de bir kıvılcım ile yanmaya başladı. Rönesans modern bilimin doğduğu zaman değildir, ancak içinde modern bilimin ortaya çıkış koşullarını taşımaktadır.

Rönesans’ın fikirsel alt yapısını Hümanizm oluşturur. Hümanizm, insan ile ilgili yapılan çalışmalar için eskiden beri kullanılan humanitas kelimesinden türetilmiştir. Bu fikir akımının temel görüşleri şunlardır:

Yeryüzü ilgi çekici ve araştırmaya değer bir yerdir.

İnsan güçlüdür (muktedirdir

İnsanın saygın ve özel bir varlıktır.

İnsan kendi kaderinden sorumludur, kendi kendini tanıma yeteneği ve zorunluluğu vardır.

İnsanın sadece ölümden sonraki yaşamı düşünmek yerine bu dünya üzerindeki yaşamı da önemsemesi gerektiğini söylerler. Erasmus “Ben bir dünya vatandaşı olmak isterim.” demiştir.

Kiliseye ve kilise kurumlarına saygı duyulması gerektiği

Rönesansın ortaya çıktığı ortama bakarsak;

Roma medeniyetinin kalıntıları onlara ilham vermektedir.

Endülüs devleti ve Kudüs’ün fethi sayesinde İslam medeniyeti ile tema etmek suretiyle antik felsefe ait kaynaklara ulaşım sağladılar

Matbaanın keşfi ve yaygınlaşması ile fikirlerin daha hızlı yayılması

İstanbul’un fethi sonucunda batıya göç. 1453’ teki İstanbul’un Fethi ve Yahudilerin İspanya’dan kovulması İtalya’ya bu bölgelerden bilginlerin gelmesine yol açtı

Sanata, bilime ve felsefeye meraklı pek çok kişinin bu çağda ardı ardına ortaya çıkması ve özellikle yönetimi elinde bulunduranların ve zengin ailelerin bu konuları öğrenmeye verdikleri önem Pico della Mirandola, Cornelius Agrippa, Marcilio Ficino gibi entelektüelleri ve  Michelangelo, Leonardo da Vinci, Raphael gibi sanatçıları çalışmalarında desteklemiştir.

Rönesans sanatında öne çıkan unsurlar

Yunan ve Roma sanat formları tekrar kullanılmaya başlandı.

Perspektif tekniğinin keşfi ile üç boyutlu çizimler mümkün olmuştur.

Resimlerde, heykellerde ve mimari eserlerde perspektif, oran-orantı, simetri, denge, renk ve ışık önemli unsurlar oldu. Altın oran sıklıkla kullanıldı ki bu doğada bulunan bir orandır.

İnsan vücuduna olan ilgi arttı.

Resim sanatında Leonardo da Vinci, Botticelli, Tiziano, Michelangelo başı çektiler.

Mimaride Bramante, Brunelleschi ve Michelangelo önemli eserler verdiler

Hümanistler Manastır kütüphanelerinden eski Roma medeniyetine ait kitapları özellikle Cicero, Titus Livius’un kitaplarını buldular matbaa 1440 yılında tam olarak ortaya çıktı ve metinlerin yayılması kolaylaştı.

Antik Çağ’a ilgi yeniden doğdu Roma forumunda kazılar yapıldı esas ilgi Merkezi Roma idi. 15. ve 16. Yüzyıllarda eski Roma eserleri hakkında tasvirler çoğaldı Vatikan’daki yazlık sarayın avlusunda sergilenen heykeller estetik zevki yeniledi. Çıplak figürler ve mitolojiden alınmış konular eserlerde yerini aldı.

Rönesanstan bahsettikten sonra şimdi de Atina Tablosu resmindeki gezintimize devam edelim, dikkatimizi yeniden resmin merkezine odaklanalım orada daha önceden hakkında konuştuğumuz Platon’un hemen yanında ortaçağ felsefesi için en büyük ilham kaynağı olan Aristoteles’i göreceğiz.

Rasyonalizmin kurucusu olarak bilinen Aristoteles Platon’nun yanında yerini bulur. Bir eliyle yeri gösterirken diğer elinde Etik kitabını tutmaktadır. Bu durum ne ifade ediyor olabilir? Platon’da olduğu gibi iki açıdan bakmalıyız, bu jest ve kitabın Aristoteles için anlam ve önemi neydi ve tekrar bu jest ve kitabın Rönesans için anlamı ve önemi neydi? Aristoteles hocası Platon’un tersine var olmuşların arkasında bulunan formların bu dünyada olduğunu düşünüyordu (formel sebep) . Bu nedenle eliyle yeri göstermektedir. Diğer elinde tuttuğu etik kitabı Aristoteles’in Pratik bilimler olarak belirlediği bilimler üzerine yazdığı kitaplardan bir tanesidir. Raphael için bu kitabın önemi humanizmin ruhu ile uyumlu olmasından kaynaklanıyor olabilir. Hümanizm insanın değerli olduğunu, muktedir olduğunu, kendi kaderinden sorumlusu olduğunu (ve bu nedenle kendisini tanıması gerektiğini), Tanrı’nın kuklası olmadığını söylüyordu. Etik kitabında insanın varoluş amacı, buna ulaşmak için neler yapması gerektiği ve insanın hangi durumlarda sorumlu sayılacağını anlatır, işte bunlar Hümanistlerin değer verdikleri konulardı.

Sıradaki filozofumuz Plotinos, MS. 2.yy’da Mısır’da doğmuş, İskenderiye’de Yeni Platoncu okulda eğitim görmüş ve ardından Roma’ya giderek orada Yeni Platoncu okulu açmış ve ölene kadar da orada yaşamıştır. Hem Hristiyan hem de İslam felsefesini derinden etkilemiştir. Augustinus pek çok sorusuna onun yardımıyla yanıt bulmuştur. Plotinos resmin sağında diğerlerinden ayrı ve izole olarak görünüyor, bu onun hayatında sıklıkla sadeliği ve izole kalmayı tercih etmesi ile ilgili olabilir. Onun izolasyonu toplumdan kaçmakla değil, fakat bedensel konuları fazla önemsemesi, kişiliği ile ilgili konularda kapalı olması şeklindedir. İlginç olan bir diğer noktaysa parmağı ile yeri işaret ediyor oluşudur, bu duruşun sebebini bilmek zor, aslında ondan bekleyeceğimiz hareket bir Platoncu olarak Platon gibi yukarıyı göstermesi olacaktı. Bu anlaşılmaz duruş Raphael’in başka bir filozofu ima ettiğini düşündürüyor. Acaba bu kırmızı pelerinli kişi kişi Diogenes Laertios’un Ünlü Filozofların Yaşamlar ve Öğretileri isimli kitabında kırmızı bir pelerini olduğunu söylediği Kynik filozof olan Diyojen olabilir mi? Resimdeki figürü aynı zamanda Diyojen gibi diğerlerinden ayrı durur. Aynı zamanda bu figür merdivenlerde yatan Sokrates’e bakmaktadır. Belki eliyle yeri göstermesi de Platon’a zıt gitmek istediği içindir , çünkü aynı kitabında Laertius onun Platon’un çağdaşı olduğunu ve onu kibirli bulduğundan ve her fırsatta eleştirdiğinden bahseder. Ayn zamanda Diyojen bilim adamlarını gereksiz olarak görüyordur ve bu da onun bilim adamları grubuna uzak çizilmesini açıklar.

Bir sonraki filozofumuz Epikuros, bahçesinde bir arkadaş topluluğu ile az ile yetinmeyi öğrenerek yaşadı, ona göre mutsuzluktan korunmak önemliydi.

Resmin en solundaki kişi Raphael’in çağdaşı olan ve Platoncu akdeminin öğrencilerinden Marcilio Ficino olabilir. Yanındaki yarı çıplak figür de tarihin ruhu olabilir.

Parmenides için yorumcular farklı figürleri işaret ederler, onun metafizikle uğraşan ilk kişi olduğu söylenir çünkü ondan önce felsefe kozmoloji ve fizikten ibaretti. Parmenides şeyler üzerine değil şeylerin ne oldukları üzerine çalışır ve onların varlığı ile ilgilenir. Bu yüzden Yunanca on’dan bahsedilir ve buradan da Ontoloji terimi ortaya çıkar?  Ontoloji şeylerin içinde yatan varlığın incelenmesi olarak metafizikle aynı anlamda kullanılmıştır. Çünkü şeylerin görünüşünün ardında olandır. Pamenides’in sorusu “ne olan vardır?” — mesela bir masa dikdörtgenler prizmasıdır, kahverengidir, masa vardır deriz. Bu özelliklerden masanın varlığı dışında her şeyi çıkartabiliriz. Çünkü var olmayan bir masa olamaz, bu durumda masanın varlığı duyular yolu ile kavranmamıştır, fakat akıl yolu ile kavranmıştır.Yani Parmenides hakikatin görünüşün arkasında olduğunu söyler. Yani artık fizikten metafiziğe geçmiş olur. Bir tarafta boş ve aldatıcı görünüşler diğer tarafta da hakikat bulunur. Görünüşler dünyası sanıların (doxa) alanıyken varlık ise hakikatin (aletheia) alanıdır.

Parmenides derdi ki var olan vardır, yokluk ise yoktur. Burada felsefelerinde olduğu gibi görüntülerinde de Herakleitos ile bir zıtlık oluştururlar. Heraklit ağır duygusal, maddeci düşüncelere sahip, Parmenides ise  sakin, göksel, güzeldir (Raphael’in ona prensinin yüzünü verdiği söylenir: Francesco Maria della Rovere).

Anaksagoras Anadolu’da Çanakkale’de Klazomenas şehrinde doğmuş ve MÖ 497- 428 arasında yaşamıştır. Empedokles’e bağlıdır. Perikles’in hocalarından biridir. Homeomeri’den bahseder, bunlar birbirleri ile karışarak sonsuz şekillere yol açarlar. Hareketin sebebi evren bir Zeka yani Noustur. Nous’u maddeden ayıran kişi o olmuş ve bir tür düalizm başlatmıştır. Anaksimenes’in öğrencisidir. Resimde Anaksagoras, Sokrates’in hizasında ve aşağıda bulunur, fizikçilerin okulundan biraz uzaklaşmıştır, o her şeyin homeomerilerden geldiğini söylemektedir. Pisagor ile tartışır halde olarak görünüyor ve sanki şöyle söylüyor gibidir: “teklik olmadan çokluk olamaz, böylece eğer çokluk varsa teklik vardır”. Anaksogoras’a göre Birlik ile Çokluk aynı şeyler değildir, fakat Bir Çokluğun arkasındaki Hareket Prensibidir.

Elinde armoni teorisi ile ilgili bir levha tutan bir figür olarak tartışmasız Pisagordur, alt tarafta da Pitagorik dekad görülmektedir. Epogdoon verilen bir doğal sayıdan ⅛ daha büyük olan bir doğal sayıdır, mesela 18 16’nın  epogdoonudur. Pisagor sayıların varlık olduğunu söylerdi ve her şey sayılardan geliyordu.

Kıbrıslı Zenon Stoacılığın kurucusudur, gemisi battığı için Atina’da kalmak zorunda kalmış ve Kyniklerle tanışarak onlardan dersler almış, sonrasında kendi okulu olan Stoacılığı kurmuştur.

Pisagor’un hemen arkası da onun yazdıklarına bakarak notlar alan sakallı bir figür olarak olarak görünen kişi Boethius olarak düşünülmektedir. Orta Çağ filozofudur. MS 5. yy’da yaşamıştır. En ünlü eseri Felsefe’nin Tesellisi kitabıdır. Boethius tüm Yunan edebiyatını latinceye çevirmeye çalışıyordu ama Ostrogot kralı Theodorik tarafından Bizans adına casusluk yapmakla suçlandı ve hapsedildikten bir süre sonra öldürüldü, kitabını hapishanede yazmıştır. Neden Pisagor’un yazdıklarından kopya etmeye çalışmaktadır? Belki de Pisagor’dan elimizde fazla bir şey kalmamış olması onun ve diğerlerinin onun yazdıklarına çok dikkatli bakmalarına yol açmış olabilir. Resimde elindeki kitaba titizlikle bakılan başka kimseyi görmüyoruz. Belki de kimsenin kitapları bu kadar merak edilmiyordu. Platon Pisagor’a ait bir kitabı çok yüksek bir fiyata aldığını söyler ama hiç bir kitabı günümüze kadar gelmemiştir.

Son olarak resmin sol aşağısında bulunan beyaz giysili kadın figürden bahsedelim: Hypatia, MS 4. yy’da yaşamıştır. İskenderiye’de Yeni Platoncu okulun bir parçasıdır, kendisi hakkında fazla bir bilgi kalmamıştır, Roma’da çok fazla olan hoşgörü maalesef Hristiyanlığın resmi hale geldiği bu dönemde çok az kalmıştı ve bu nedenle söylediklerine tahammül edemeyerek onu öldürdüler.

gtag('config', 'AW-802439404');